31 Mart 2010 Çarşamba

KUŞLAR




Küçükken annemden öğrenmiştim, yerde ekmek görünce "Yükseğe koy, kuşlar yer" derdi.

Sevdiklerimizi hep yükseklerde tuttuk, hiç sesleri yok.

Acaba kuşlar mı yedi?

Can Yücel

30 Mart 2010 Salı

HARMANDALI ZEYBEĞİ

Bu günlerde Harmandalı zeybeği öğreniyorum. Yüreğinizi keyiflendiren, yüzünüzde hafiften Ege rüzgarı hissettiren ayrıca izlemesinden de her zaman keyif aldığım bir oyundur. İçimdeki efeliği ortaya çıkardı diyebilirim :) Efeme her cepken yaraşır, hey heyyyyyyy .... http://fizy.com/s/1agsnq

Harmandalı efem bakıyor, hey hey
Bileğinden kanlar akıyor, vay hay
Gümüş bilezikli mavzerin vay hay
Namlusunda şimşek çakıyor, vay hay

Efeme her cepken yaraşır, hey hey
Korku nedir bilmez dolaşır, vay hay
Bütün kızanların önünde, vay hay
Elinde yatağan savaşır, vay hay

ATATÜRK, zeybek oyunlarının kreasyonları üzerinde çalışarak, bir salon zeybek oyunu meydana getiren Selim Sırrı Tarcan'ın çalışmalarını da takdirle karşılamış, şu sözleri söylemiştir:
"Selim Sırrı bey zeybek oyunlarına medenî bir şekil vermiştir. Bu eser hepimiz tarafından kabul edilerek, milli ve sosyal hayatımızda yer tutacak kadar tekemmül etmiş ve bedii bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara "Bizim de mükemmel raksımız var, diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her sosyal salonda, kadınla beraber oynanabilir ve oynanılmalıdır."

29 Mart 2010 Pazartesi

FREZYA (Fresia)



Frezya mis gibi kokusuyla ve narin duruşuyla sizi kendine çeken bir çiçektir. Evinize çok hoş bir bahar esintisi getirebilir. Şu günlerde kesme çiçek tercihim Frezya'lar :))

27 Mart 2010 Cumartesi

Kavanoz ve İki Fincan Kahve

Ne zaman hayatında bazı şeyler taşınamaz hale gelirse, ne zaman 24 saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve 2 fincan kahveyi hatırlayınız!

Bir gün bir Felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur. Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar.

Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler, Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.

Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!

Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' diyerek;
Ben 'Bu kavanozun bizlerin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım' der.

Şöyle ki bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.

Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.

O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir işiniz, eviniz, arabanız vs.

Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.

'Şayet kavanoza önce kum doldurursanız...' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.

Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.

Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle, dostunuzla yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.

Gerisi hep kumdur.

Bu ara bir öğrenci sorar 'Peki, o iki fincan kahve nedir?'

Profesör tebessümle: 'Hayatımız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarımız ve sevdiklerimizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır :) '

25 Mart 2010 Perşembe

GÜZEL SÖZLER

Aşk, birbirine bakmak değil, birlikte aynı yöne bakmaktır.

24 Mart 2010 Çarşamba

Dallardan bahar inmiş duydun mu? (LEYLAK)

2009 yazının aklımda kalan en güzel anılarından biri Karşıyaka-Alaçatı hattı boyunca kızkardeşim ve manevi ablalarımız Ömür ve Öznur'la dinlediğimiz, dinlerken koro halinde eşlik ettiğimiz Ezginin Günlüğü'nün "Leylaklar açmış gördün mü? Dallardan bahar inmiş duydun mu? Karanlığın içinde bir ışık var. Mor mor mor leylaklar" şarkısıdır. Zeytinden bahsedince leylak geldi aklıma geldi :) Leylağın (Syringa) zeytingiller (Oleaceae) ailesinden olduğunu biliyor muydunuz? Zeytin, leylak ve yasemin aynı aileden ama şimdi aklım leylaklarda :) daha sonraki günler yaseminden de bahsederim. Leylak çiçeklerinin mis kokusu ile baharın müjdecisidir. Bakımı kolay, çok su istemeyen, soğuklardan etkilenmeyen, budanmaktan hoşlanmayan, bol güneşli bir yere dikebileceğimiz leylaklar toprakta kireci (beyaz toprakları) sever. Çiçekleri katmerli, yalınkat, mor, beyaz, pembe, alacalı ve krem rengindedir. Bilinen değişik 100 türü vardır. Mis gibi çiçeklerinin kokusu ile sadece sizi değil kelebekleri de fazlasıyla etkiler :) Salınıp çıkın içinize bahar dolsun ...
İtalyanca Aşk Başkadır, Aşk Bir Kere, Yalnız Kadınlar Sokağı ve Gümüş Yıldönümü gibi eserlerin ünlü İtalyan yazarı Maeve Binchy’nin romanı “Leylak Zamanı” kitabından da bahsetmemek olmaz :) Leylak Zamanı kısaca, herkesin bir hikayesi olduğunu ve insanların yaşamlarının görünenden daha farklı olduğunu anlatıyor. Paylaşıldıkça sağlam dostlukların, kim bilir belki de hayat arkadaşlıklarının temelini atacak bildik insanların halleri …

HİŞT HİŞT - EZGİNİN GÜNLÜĞÜ http://fizy.com/s/1ajcqf

Su uyandı sen uyanmadın aşkolsun
Salınıp çık, içine bahar dolsun
Ne bu dünya böyle kalacak, ne geçmiş ziyan olacak
Açacak akşaklardan, mor leylaklar

Gecelerden çiy düşmüş dallarına
Dile gelmiş o dilsiz sevdalar
Işığın var mı, yak biraz, aydınlansın gecemiz
Açayım deli gibi uyansın bu bahar

Hişt Hişt
Hişt Hişt

Leylaklar açmış gördün mü?
Dallardan bahar inmiş duydun mu?
Karanlığın içinde bir ışık var
Mor mor mor leylaklar

Uyan gönlüm haydi perdeni aç
Çilen doldu kafesinden kaç
Uyan gel uykudan, dünya aşk görsün

Hişt hişt
Hişt hişt

23 Mart 2010 Salı

ZEYTİN

"Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.”
Yaşamaya Dair-Nazım Hikmet Ran

Zeytin ağacının yaprakları zafer, akıl ve barış simgesidir. Nuh Peygamberin gemisinden uçurduğu güvercinin, ağzında taşıdığı zeytin dalı ile dönmesi dünya insanları için barışın simgesi olmuştur. Zeytin, tarih öncesi çağlardan bu yana doğada bulunur ve Akdeniz Kültürü'nün önemli bir parçasıdır. Akdeniz efsanelerinde onun adı "Ölmez Ağaç" ya da "Hayat Ağacı" dır. Bilim, zeytin ağacının ne zaman oluştuğunu tam olarak söyleyemese de mitoloji zeytinin var oluşuna kendince açıklık getirir. Zeytin ağacı yeryüzüne bir armağan olarak gönderilmiştir ve doğanın bir mucizesidir.

Eski Yunan'da tanrıların başı Zeus, insanlığa en değerli armağanı veren tanrı ya da tanrıçanın yeni kurulan şehrin hükümdarı olacağını ilan eder. Bunun üzerine deniz tanrısı Poseidon barış ile bilgelik tanrıçası Athena mücadeleye girişirler. Poseidon, üç dişli çatalını bir kayaya saplar ve insanları uzak yerlere götürecek, savaşlar kazanacak olan "atı" yaratır. Athena ise mızrağını yere saplayarak bir "zeytin ağacına" dönüştürür. Şehir halkı bu zeytin ağacının büyük bir zenginlik ve bereketin kaynağı olduğuna karar verir ve Athena' nın onuruna şehre "Atina" adı verilir. Bugün bile efsanenin olduğu kabul edilen yerde bir zeytin ağacı durur. Bütün zeytin ağaçlarının Athena' nın yarattığı bu zeytin ağacından çoğaldığı söylenir.

“Zeytin bütün ağaçların ilkidir veya başka deyişle Zeytin insanlığın ilk ağacıdır." denir.İnsanlık tarafından hiçbir ağaç bu kadar kutsal kabul edilmemiş ve hiçbir ağaç üstüne bu kadar efsane üretilmemiştir.
Nuh Tufanı:

Eski Ahit'te yer alan efsanelerden biri, Hazret-i Nuh ve tufandan bahseder. Yarattığı ademoğlunun yeryüzüne kötülük tohumları saçtığını gören Tanrı, onu bir tufanla cezalandırmaya karar verir. Ve Hazret-i Nuh'a bir gemi yapmasını, bu gemiye her temiz hayvandan erkek ve dişi yedişer, her temiz olmayan hayvandan erkek ve dişi ikişer ve kuşlardan da erkek ve dişi yedişer tane almasını söyler. Ardından büyük tufan başlar, Hazret-i Nuh ve gemisindeki canlılar hariç, yeryüzü üzerinde yaşayan her şey silinir. Tufan durulduğu zaman Hazret-i Nuh, suların çekilip çekilmediğini anlamak için geminin penceresinden bir güvercin salar. Sular çekilmediği için güvercin gemiye döner. Hz. Nuh, yedi gün sonra güvercini tekrar salar. Güvercin bu sefer, ağzında yeni koparılmış zeytin yaprağıyla gelir. O zaman Nuh, suların yeryüzünden çekildiğini anlar. Ağzında zeytin yaprağı tutan güvercin, o günden bu güne, ümidin ve barışın simgesi olur. Tufanın yok edici gücüne karşı direnen zeytin ağacı ise ölümsüzlüğün.

Eski Ahit: "Refahın ve bolluğun sembolü zeytin"

Eski Ahit'e göre zeytin, refahın ve bolluğun sembolüdür. Ve yalnız Eski Ahit değil, tüm kutsal kitaplarda zeytin ağacı; kutsallığın, bolluğun, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın ve yeniden doğuşun, kısaca insanlık için en önemli erdem ve değerlerin sembolüdür.

Hakimler Kitabı: Ağaçların kralı

Hâkimler Kitabı'nda geçen bir öykü, ağaçların kendilerine kral seçmek için ilk olarak zeytin ağacına başvurduklarından bahseder: "Vaktiyle ağaçlar, kendilerine kral meshetmek için gittiler; ve zeytin ağacına dediler: Bize kral ol. Ve zeytin ağacı onlara dedi: Allah'ın ve insanın bende sena ettikleri (övdükleri) yağımı bırakayım ve ağaçlar üzerinde sallanmaya mı gideyim?" Zeytin ağacından "hayır" yanıtını alan ağaçlar, daha sonra incir ve asmaya giderler. Ancak incir ve asma da, aynı gerekçeyle kral olmayı reddederler. Hâkimler Kitabı'ndaki öyküden, ağaçların kendilerine kral olarak kara çalıyı seçtiklerini ve kara çalının da krallığı kabul ettiğini öğreniriz. Kaynak: http://www.zeytin-agaci.com/index.php


Mustafa Sağyaşar'dan "Zeytin Gözlüm" şarkısı; http://fizy.com/s/1ah6g0

ZEYTİN GÖZLÜM

Zeytin gözlüm, sana meylim nedendir?
Bu sevmenin kabahati kimdedir?
Gül olmuşsun dikenlerin bendedir,
Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne?
Şarkıları düşürürüm peşine.
Zeytin gözlüm özlem ektim yollara,
Rastgelirsen halimi sor onlara.
Gül kurusu akşamlar senden yana
Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne?
Şarkıları düşürürüm peşine.
Makam:Hüseyni / Usulü:Sofyan / Söz:Hüceste Aksavrin / Beste:Selahaddin İçli

22 Mart 2010 Pazartesi

KAKTÜS TUTKUSU_2

Kaktüslerin az suya ihtiyaç duymaları nedeniyle ihmal edilse bile büyüyecekleri düşünülebilir. Oysa yaşayan her canlı gibi kaktüslerde bakım gördükleri takdirde her yıl düzenli çiçek açarlar ve büyürler. Bol güneş ışığına ihtiyaçları vardır. Bu yüzden direk güneşe karşı değil [güneş yanıklarından korumak lazım dimi :)] bol ışık alan ortamlar tercih edilmelidir. Kaktüsleri evlerimizin güneye bakan balkonlarının iç kısımlarına yağmur suyu almayacak şekilde yerleştirmek, sukulentleri ise tam tersi yağmur suyunu alacak şekilde yerleştirmek gerekir. Kaktüsler genellikle sıcak hava severler. Kışın ise kuru ortamda tutmak gerekir. Soğuk havalarda don riskine karşı önlem almakta fayda var. Toprağı için en önemli konu suyu geçirgen olmasıdır. Kumlu, çakıllı, torf ve toprak karışımı uygundur. Kaktüslerde dikkat edilmesi gereken konulardan biri ise saksıların altına yerleştirdiğimiz saksı altı tabaklar kullanılmamalıdır. Çünkü saksı altı tabaklar suyu tuttukları için kaktüsümüzün çürümesine neden olurlar. Kaktüsler ve sukulentler için en güzel su; yağmur suyudur. Sulamak için çoğu zaman bu mümkün olmadığından kireç oranı az, içme suyu kalitesine yakın su kullanılmalıdır. Sulamaya kaktüsün uyku döneminden çıktığı Mart sonu-Nisan başı gibi başlanmalı 2 haftada bir tekrarlanmalıdır. Ekim-Kasım aylarında ise son verilmelidir. Nemli ve havasız ortamlardan hoşlanmazlar. Hava sirkülasyonunun olduğu yerler tercih edilmelidir. Kaktüsleri sadece renk renk açan muhteşem çiçekleri nedeni ile değil her türde farklı yer alan dikenlerinin sıralanış biçimleri ve her türün dokusundaki farklılıklar nedeniyle seviyorum. Kendilerine özgü sizi tutkuyla saran bir yanları var :)

20 Mart 2010 Cumartesi

GÜZEL SÖZLER

İyi bir vicdan en rahat yastıktır. C. BRENTANO

19 Mart 2010 Cuma

KARADUT

İzmir Karşıyaka'da Latife Hanım Köşkü'nün bahçesinde fotoğrafını çektiğim dut ağacı ve bana hatırlattığı aşklar; Tispe ve Piremus'un mitolojik aşkı peki ya Bedri Rahmi'nin Mari'ye olan gerçek aşkı ....
Karadut her bahçede olması gereken bir ağaç, meyvesi ve yaprakları ile tam bir mucize bitki, sağlık ve gençlik kaynağı ama en önemlisi ona baktığımızda hatırlayacağımız aşklar ruhumuza güçlü bir antioksidan etki yapacaktır.
KARADUT
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

1949'da bir gün İstanbul Büyük Kulüp'teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu'ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut'u okumaya başladı:

"Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın"

Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü. Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı; tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu... Çünkü şiirde "kadınım, kısrağım, karımsın" dediği kadın, karısı değildi.

Bu şiiri 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı: Mari Gerekmezyan...

"Kara saplı bıçak gibi"

Mari, Bedri Rahmi'nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi'nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti. O dönem askerliğini yapmakta olan şair - ressamın sinesine, "kara saplı bir bıçak gibi" saplanmıştı. Mari, Bedri Rahmi'nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari'nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı. Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi, sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu.

Yorgun yürek

"Karadut", 1946'da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı.

Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi'nden Mari Gerekmezyan'ın ölüm haberi geldi.

Bedri Rahmi yıkılmıştı.
Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı. O dönem içkiye başladı ünlü şair...
Aşağıdaki şiir, o dönemin ürünüdür:

"Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu(..)
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim, yoruldu."

Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu. Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı.
Başardığını sanıyordu.
Ta ki Büyük Kulüp'teki o geceye kadar...
"Karadut"u okurken, Bedri Rahmi'nin yanaklarından süzülen gözyaşları, sevda yarasının hâlâ kapanmadığının kanıtıydı.
Bunun üzerine Eren, bir süre Paris'te yaşamaya karar verdi. Oradan eşine yazdığı bir mektupta "o gece"yi hatırlattı:

4 Ocak 1950 - PARiS

"Canuşkam,

Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti.

Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapmışmış gibi olmuştum. O gece... Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri'nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.

Eren."

'Buna katlandımsa.'

Bu dualar işe yaradı. Bedri Rahmi, 11 yaşındaki oğluyla eşine döndü.
1974'teki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı, aynı evde çalışıp üreterek, diz dize birlikte tükettiler. Öldüğü gün, eşi Eren cenazeden dönüşte, 35 yaşına gelmiş oğlunu karşısına oturttu:

"Babanı uğurladık" dedi, "Ama şunu bilmeni istiyorum ki, ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Hiçbir kadın aşağılanmayı kabul etmez. Buna katlandımsa, bil ki, sadece senin hayatın kararmasın diyedir."
CAN DÜNDAR

TİSPE İLE PİREMUS'UN AŞKI ...
Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı. Kızın adı Tispe, delikanlının ki ise Piremus idi. Yanyana evlerde otururlardı. Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk beslerlerdi. Fakat aileleri görüşmelerini istemez, birbirlerine uygun olmadıklarını düşünürlerdi. Oysa onlar birbirlerini ölesiye seviyorlardı. İki evin arasında gizli bir çatlak vardı aileleri bunu bilmezdi. Onlarda geceleri burda buluşur o aradan birbirlerine seslerini duyurur aşklarını dile getirirlerdi. Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe ağaca Piremus'dan önce varmıştı. Gittiğinde avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. Korkarak mağaraya doğru koşmaya başladı. Farkında olmadan yolda boynundaki eşarbını düşürmüştü. O sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup kalmıştı. Kocaman aslan ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe'nin eşarbını parçalıyordu. O an aklına gelen ilk ve tek şey aslanın Tispe'yi öldürerek yediğiydi. Tispe'siz yaşayamazdı. Aklından geçen sadece aşkı uğruna canına kıymaktı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Kanlar içinde cansız bedeni yere düştü. Tispe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus'un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe'nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu. İlk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamıştı. Ama eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı. Bir an ve mağarada düşündüğü o korkunç şey başına gelmisti. Ve onun öldüğünü düşünen Piremus aşkı uğruna canına kıymıştı. Tispe bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. Onların aşkı ölesiye bir aşktı ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri sapladı. Birden vücudu Piremus'un bedeninin üstüne yığıldı. O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı onların aşkına adadılar. Piremus'un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe'nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler. O günden beri Karadut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini, (Piremus'un kan lekesini), dut ağacının yaprakları, (Tispe'nin gözyaşları) temizler. Bilirmisiniz dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini göreceksiniz.

18 Mart 2010 Perşembe

ŞEHİTLERİMİZE MİNNETTARIZ

18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Günü Cumhuriyetimizi kuran Büyük Önderimiz ATATÜRK’ün aziz hatırası önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor, vatan topraklarının kurtarılmasında canlarını feda eden şehitlerimizi rahmetle ve minnetle, gazilerimizi şükranla anıyoruz.

KAKTÜS TUTKUSU

Kaktüsler kendine özgü yapıları, muhteşem çiçekleri, özel yaşam istekleri ile diğer bir çok bitkiden ayrılan çok özel bitkilerdir. Bitkiler dünyasında Kaktüs familyası (familia Cactaceae) vasküler, çift çenekli ve çiçekli bitkiler olarak yer alan familyadır. Her kaktüs bir sukulent ancak her sukulent bir kaktüs değildir. Kaktüsler bol ışığı seven bitkilerdir. Bir çoğu sabah ve öğleden sonra direkt güneş ışıklarını tolere edebilir ancak çok azı öğlen güneşinden hoşlanır. En uygun yer bol ışıklı ama öğlen güneşinden sakınılan bölgelerdir. Kaktüsünüzde tüy ne kadar çoksa güneşe dayanıklılığı o oranda fazladır. Unutmayalım ki direkt gelen kuvvetli güneş ışıkları, kuraklığa dayanıklı bu bitkilerde bile önemli güneş ışıkları yapabilir. Kışın ise ışıktan daha önemli unsur ısı ve nemdir. Farklı türlerin düşük ısı toleransları da farklı olabilir. Genel kural bitkinin kış döneminde sıfır derecenin altında ve yağmur alan bir yerde tutulmamasıdır. Hassas olan türler mümkünse iç mekanlarda diğerleri ise açık ama yağış almayan bölgelerde tutulmalıdır. Önemli unsur, kaktüsleri kışın soğuk dönemde sudan ve nemden uzak tutmaktır.

Ülkemizde kaktüsler Ekim-Kasım ayları sonundan, Şubat Mart ayı sonuna kadar kış boyunca, dinlenme yani uyku dönemindedirler. Türlere göre değişmekle birlikte tek istekleri 5-15 derece ısı, kuru rutubetsiz bir ortam ve yeterli ışıktır. Ülkemiz şartlarında ilk sulama Mart sonu-Nisan ayı içinde ılık bir havada ılık su ile sabah saatlerinde, püskürtme şeklinde yapılmalıdır. Bu işlem bir kaç gün aralıkla bir kaç defa yapılabilir. Esas sulama 10 gün sonra, iyi kalitedeki sularla yapılmalı ve 10'ar gün ara ile hava şartlarına bağlı olarak tekrarlanmalıdır. Sıcak yaz günlerinde sulama aralığı daha kısa süreli olabilir. Temel kural saksı toprağı kurumadan yeni bir sulamanın yapılmamasıdır.

Ekim-Nisan (kış uykusu-dinlenme dönemi) = Serin ve kuru ortam, yeterli ışık, saksı değişimi
Nisan-Eylül (gelişme-çiçek dönemi) = Uygun sulama, bol ışık, gübreleme programı, zararlılarla mücadele, kışa hazırlık


Kaktüsler; dikenlerden gelen gizemli halleri ve muhteşem çiçekleri ile harikadırlar. Bir kere kaktüsünüz olmaya görsün :) yeni bir tutkuya yelken açmaya hazırsınız demektir.